Son bozkırda nal sesleridir, poyrazla yarışan, karayelle güreşen.
Yelesinde ter buğulanır atların.
Bozkır, alabildiğine çıplak ve yalnızdır. Baharı nazlıdır bozkırın. Meşeler geç göğerir, tez geçer vakti alca güllerin. Bu yüzden yeşil özlemlerin adıdır.
Gündüzü kavruktur yazda, kışta.
Gecesi katran karası bir çaresizlik kâbusudur. Efsunludur sanki birbirine yoldaş olan böceklerle bitkiler.
Ayazı kutuplardan gelir, sıcağı Afrika güneşinden şimdi bozlak vaktidir bağdaş kurup oturunca boz toprağın üstüne.
Sonra sen geldin, destan çağından taşıp. Bin ümit bağışladın, yüreklere lök gibi oturup duran sancılara inat. Sen bozkır yiğitleriyle beraberdin.
Onlar, dillerinde seferberlik türküleriyle cennet kapılarına yakın durdular.
Fışkırdılar çorak toprağın rahminden bereket olup.
Alp-erenlerdi, gözleri olmadı parada, pulda. Toplaştılar ulu çağrıyı duyup, çoban ateşleri yaktılar Oğuz’un nesli için. Şehirler aydınlandı ışık ışık.
Tan ağartısı düşmeden bozkırın üstüne kaybedilmiş vatanların buruk hayaliyle avundular.
Haramiler kesse de yollarını bozkırın yiğit atlıları nallarından çıngılar saçıp toz koparan küheylanları ile göçüp gitmeye devam edecekler.
Kılıçları Oğuz Han emanetidir, ülküleri Fatih vasiyeti.
Senin içindeki göç hevesin yürük delice bir tay gibi eşinip durdukça.
Gözlerin uzakları, dağların ardını merak edip aradıkça.
Ve her yol heyecanını artırıyorsa kavuşma isteğinin…
Sen bozkırın karayel yanığı yağız çehreli çocuğu atına binme vakti gelmiş artık.
Altında atın, önünde yolun, gönlünde ülkün
gidebildiğin her yer senindir.
Göç vakti gelmeden, boz keçe üstüne otur duldasında bir kuytuluğun. Boz çalılı Bozdağ’ı seyret, engininde boz-bulanık çayların aktığı.
Ve gecesinde bozkurtların uluduğu.
İşit karşı tepeden ozanların söylediği bozkırın feryadı bozlağı.
Sonra düşün bozlakta geçen Boz-ok’u, Boz-ulus’u. Hatırla bir de dedenin anlattığı boz-atlı Hızır’ı.
Sen bilirsin bozkırın göç demek olduğunu.
Doruğu alaca karlı dağları, kartal yuvası yalçın kayalıkları ve bitmek, tükenmek bilmeyen otlakları…
Türkler bozkırların efendileriydi.
Kurdukları medeniyet; ahşap, kumaş ve metalin birleşiminde hoşgörü ve adalet üzerineydi.
Bugün bozkırın genişliğinde esip duran rüzgar, hala o günlerin türküsünü mırıldanır hasretle.
Kekik kokusunu gezdirir göçmen kuşlar.
Ağustos gecelerinde yıldızlar göz kırpar, özgür ulusun egemenliğine.
Ve sen Avrupa’nın şatafatlı ülkelerinden bozkıra dönersin. Sen bozkırın çocuğusun.
Bir yılkı bozar bozkırın solgun sessizliğini dörtnala koşup
Yağız bir akşam üstü kıyamıyla gerneşir bunaltısından
Su bulandıktan sonra durulur ateş küle döner yandıkça
Bilge bir öğretmendir bozkır bilmediğini öğretir sana
Ahmet Urfalı