Kainatta her şey zıddı ile kaimdir, öyle ki her varlık ya ölü yada diri; ya canlı yada cansız; ya yaş yada kuru; ya iyi yada kötü; ya aydınlık yada karanlık ve en sonunda ya dişi yada erkektir. Birini ötekinden ayırdığınızda diğerinin varlığı ortadan kalkmaya başlar. Nihayetinde tek başına anlamsızlaşmaya doğru giden bir süreç oluverir her şey.
Nitekim aile; birisi olmadan diğerinin ayakta kalamadığı bir yapı olarak tanımlanmıştır, tıpkı ayakkabının çifti gibi, biri olmadan diğeri tek başına bir anlam ifade etmeyen zıt taraflara bakan, farklı kalıplara sahip ancak aynı amacı farklı yönlerden oluşturan bir yapının kilit taşları gibidir; aynen aile gibi.
Aile mutlaka bir kadın ve erkekten meydana gelir, dikkatinizi çektiyse kadını hassaten öne yazdım çünkü; hayatın devamı, sürekliliği, verimliliği için kadının rolü varlık sahasına ilk adım olan yaratılışa mekan olmasından dolayıdır. Kadın da olsa erkek de en sonunda hepimiz varlığımızı annelerin mümbit, rahmani, tertemiz rahimlerine borçluyuz.
İşte bu yüzden kadın hem hayatın, hayat bulduğu yaradılış pınarlarıdır, hem de bu pınardan muhabbetle beslenen çocukların ahlak ve edeplerini öğrendikleri, şefkat ve sabır ile terbiye edildikleri ilk mekteptir. Kadın, bir nesli yetiştiren en önemli mürebbidir aslında. Her ne kadar bu günümüzde sadece okullara ve televizyonların eline bırakılmışsa da!
Saniyen, hayatın devamını sağlayan en önemli düstur nikahtır. Meveddet hamuruna maya olan kadın ve erkek, birbirlerinde huzuru ve mutluluğu bulurlar. Kadın-Erkek tıpkı ay ve güneş gibidir. Birinin ışığı diğerinin üzerinde tecelli ederken, nurunu onun karanlık yarısını aydınlatmak için harcar. Bu harcayış bir yok oluş değil, bilakis sevgi olarak bir diriliştir. İşte bu tecelli ilahi bir cezbeyi ve aşkı ortaya çıkarır. Neticede hayatın zorluk ve meşakkati altında inleyen eşler, birbirlerinin şefkatli bakışlarında ve kalplerinde huzur bularak teskin olurlar, hayata ve birbirlerine daha sıkı sarılırlar. Öyle ki bu dünyada başlayan bir sevginin ve bağlılığın devamı ibadet hükmünde sayılmış, kişinin eşine ve evlatlarına yaptığı her hayır hasenat olarak kabul edilmiştir.
Kadın sosyal hayatın en önemli aktörüdür. Kendini geliştiren, kendisinin farkında olan kadın, varlık sahasında var olduğunu kavradığında, kendinden başlayarak bir inşa sürecine girer. Böylece sağlıklı nesillerin ve evlatların yetişeceği bilgi, kabiliyetlere sahip olur ve toplumu dönüştürmeye başlar. Kadınların eğitim seviyesi en az erkekler kadar olmalı ki, birbirlerini anlayan ve hayata aynı pencereden bakan, fıtri sorumlulukları yüklenen insanlardan oluşan ilkeli, tertemiz bir toplum olabilelim.
Belki de kadına bakışımızı etkileyen en önemli engel; gelenekselleşmiş ve Kur’an’ın özünden koparılmış güya “din kaynaklı kadın” algımızdır.
Evvela kadınların bu algıdan kurtulmaları Allah’ın kendilerine vermiş olduğu ilahi hakları öğrenmeleri ve savunup yaşamaları gerekmektedir. Ondan sonra erkeklerin kadınlara karşı görev ve sorumluluklarını Kur’an’ın ve Sünnetin ışığında yeniden öğrenmelerinde lüzum vardır.
Bu algı değişmeden, değişimin olacağına inanmak, ancak çölde cennet aramak olacaktır.
“ Yine sizin için kendileriyle huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması, aranıza sevgi ve merhamet yerleştirmesi de O’nun mucizevi işaretlerinden biridir: Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için alınacak dersler mutlaka vardır .” (Rum/21)
A.Hakan Karayılan