Bir zamanlar tavşanları ininden, keklikleri deliğinden çıkaran; avı, avcının önüne sürüp getiren, sahibinin gözbebeği bir çoban köpeği varmış. Bu köpeğin gençlik çağları geçip ihtiyarlığı ufukta görününce burnu keskinliğini, ayakları çevikliğini yitirmiş. Yaz gelmiş, gözden düşmüş. Güz gelmiş, avdan kalmış. Sahibi olan avcı, vicdansızın biriymiş. “Sen benim işime yaramazsın artık.” diyerek kapıyı göstermiş.
Çoban köpeği, “Rızkı veren Allah!” deyip gösterilen kapıdan çıkmış. Köyü kasabaya bağlayan yolun üstündeki bir dut ağacının altına postu sermiş. Gelip geçenin elini gözlemeye başlamış. Bakmış elden gelen öğün olmuyor, o da vaktinde bulunmuyor; yattığı yerden doğrulmuş, tavşan peşine düşmüş. Bazen doyurmuş karnını, bezen aç kalmış. Aç yatıp, daha aç uyandığı bir sabah burnuna buram buram ekmek kokusu gelmiş. Gözlerini açmış, kulaklarını dikmiş, havayı koklamış. Koku, yoldan geçen arabadan geliyormuş. Bu, ilçedeki fırından köy bakkalına ekmek götüren arabaymış. Çoban köpeği sevinçle kalkmış, arabanın peşine düşmüş. Araba köy bakkalının önünde durmuş. Ekmekler taşınırken uzaktan melül mahzun bakmış. Onu gören şoförün vicdanı sızlamış. Göz hakkıdır diyerek önüne yarım ekmek doğramış. Karnı doyan köpek, soluğu evi bellediği yol üstünde değil de dağlarda almış. Gün gelmiş işler sarpa sarmış. Sanki koca dağların tavşanına, sincabına kıran girmiş. Bunca yılın usta avcısı av bulamaz olmuş. “Beleş sirke baldan tatlıdır.” diyerek avlanmaktan vazgeçmiş. Her sabah ekmek arabasının yolunu bekler olmuş. Arabanın peşine düşüp köy meydanına varıyor, acındıran bakışlarla ekmek kasalarını süzüyormuş. Bakkal ya da arabanın şoförü “Sevaptır!” diye karnını doyuruyormuş.
Bir sabah ekmek arabası dut ağacının önünde durmuş. Bir ekmek atmış önüne. Köpeğin canına minnet. Köye kadar arabanın peşinde koşmaktan kurtulmuş. Ekmeği her sabah önüne gelmeye başlamış. Suyu iki adım ötedeki dereden içiyor, akşama kadar yatıyormuş. Bir lokma et için tatlı canını yormuyor; “Ekmek elden, su gölden. Oh ne rahat!” diyormuş.
Gün doğar, âlem görür demişler. Bir sabah ekmek arabası geçmez olmuş. Açlık başına vurmuş bizimkinin. Doğrulup ava çıkacak gücü de kendinde bulamamış. Gözleri yolda beklemiş durmuş. Ama nafile. Meğer köyde fırın açılmış. Hazıra alışan çoban köpeğinin bekleyişleri neticesiz kalmış.
Yoldan geçen bir ihtiyar, günün birinde onu görmüş. İçler acısı hâline üzülmüş. “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” diye mırıldanarak torbasından çıkardığı ekmekle köpeğin karnını doyurmuş. “Gel peşimden.” diyerek almış, evine götürmüş.
“Elden ayaktan düşmüşsün ama sana göre de iş bulunur elbet.” diyerek kümesi göstermiş. “İşin, tavukları tilkilerden korumak. İşini iyi yaptığın sürece karnını doyurmak boynumun borcu.” demiş.
Çoban köpeği, alın teriyle kazanılan lokmanın lezzetini iliklerine kadar hissetmiş. O günden sonra işine dört elle sarılmış.
Kıssadan hisse; Kamuoyuna, doğru ve ilkeli habercilik anlayışıyla ülke ve dünya gerçeklerini iletme noktasında son derece önemli bir konumda bulunan basın, demokrasinin güçlü araçlarından biri olarak toplumun yapılanmasında ve gelişmesinde büyük bir rol üstlenmektedir. Farklı görüşlerin seslendirilmesine imkân sağlayarak ifade hürriyetinin hayat bulmasına önayak olan basın, toplumu düşünmeye, araştırmaya ve doğru sonuçlara ulaşmaya sevk eden önemli bir kurumdur. Basın yayın araçlarının bu önemli sorumluluklarını yerine getirebilmesi için mesleki etiği her şeyin üstünde tutması ve kişilik haklarına saygılı habercilik anlayışını benimsemesi gerekir.
Bu düşüncelerle Belçika’daki tüm basın mensuplarımızın birbirinin emegine saygı duyması gerekmektedir.