ŞİİR VE BİZ

kum saati
Sinan Özdemir
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Şiirin biz Türklerin hayatında çok farklı bir yeri olduğunu söylememe gerek yok. Eski zamanlarda söze şiirle başlandığı gibi  mutluluk ve hüzün de yine şiirler ifade edilirdi. Hayat şairin mısralarında hayat bulurdu.

Bizim gibi şiir geleneği olan bütün toplumlarda şiir insanın en derununa seslenir ve insanı sihirli dünyasına davet eder. Başka bir ifadeyle nesirle (düz yazı) düşünür, şiirle hissederiz. Bu sebepten ideolojilerin şairleri vardır. Ziya Gökalp, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl isimleri bir şekilde Türk siyasetinde üç siyasi tutuma göndermede bulunur.

Bu sebepten genel anlamda Türk kimliğinin oluşmasında şiirin yeri yadsınamaz. Daha anlaşılır olması açısında bunları kategorize ediyor olsakta (divan, halk, tasavvuf…)  her biri bizi anlatır. Örneğin Dadaloğlu’nda isyan, Yunus’ta ilahi muhabbet, Karacaoğlan’da aşk ve kadın. Toplumsal bilincimizin her bir noktası da onların izine rastlamak mümkün. Çünki zaman ve mekan değişse de kendimize sorduğumuz soruların değişmemesi güncelliklerini muhafaza etmelerini sağlıyor.

“Kapıları çalan benim,
Kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem,
Göze görünmez ölüler.”

Ölü ozanlar derneği filminin idealist edebiyat öğretmeni Keats, ders esnasında gençleri başına toplar ve onlara , “Biz hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. Insan ırkının bir ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz. Çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır. Tıp, hukuk, ticaret, mühendislik… yaşamak için gerekli olan asil birer meslektir. Ama şiir , güzellik, aşk, sevgi… biz bunlar için hayattayız” der.

Bizi kuşatan şiir , hayatımızın çok özel dönemeçlerinde bizi yakalar ve kısa bir süreliğine de olsa duygularımızı dışa vurmamıza yardımcı olur. Liseli gencin aşkında, uzak düşenin mektubunda veya gidenin ardından seslendirdiğimiz ağıtta yine o vardır.

Ne var ki, son yıllarda yaşadığımız toplumsal dönüşümden şiirin de nasibini aldığını düşünüyorum. Bu durum ister istemez her yerde kendini hissettiriyor. En basit örneği artık şiir kitapları bir zamanlar kitapçıların vitrinini süslerken  şimdi en arka kuytu bölümünde okuyucusunu bekliyor.

Şiirin başına gelenler son dönemde “dönen dervişin” başına gelenden çok farklı değil. Nasıl ki derviş figürü açılışların, olur olmadık organizasyon veya eğlencenin  kurbanı olduysa şiirde olur olmadık tutumların kurbanı oldu. Başka bir ifadeyle şiir piyasa beklentilerinin kurbanı oldu.

Ne varki göz önünde olmaması tamamen hayatımızdan çıktığı anlamına gelmiyor. Derviş’in dergâha dönmesi gibi şiirde kendi dünyasına dönmüştür. Bizi yeniden ses sahibi kılacağı günü, gözlerden uzak ama canlı, beklemektedir.

“sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür”.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.