Belçika’ya Türk göçünün ellinci yılına ramak kala, Yenivatan Belçika olarak, büyük umutlar hayalleriyle Belçika’ya yerleșen ve Türk toplumunun olușmasına vesile olan ilk neslin geride kalan temsilcilerini okurlarımız için yansıtmaya devam ediyoruz.
Konu ‘Göç Hikayesi’ ancak her hikayenin arkasında farklı aktörlerin ve farklı senaryoların bulunması bu yazı dizimize zenginlik katıyor.
Kimi zaman güldüren, kimi zaman düșündüren, acısıyla, tatlısıyla bașlarından geçen hikayeleri bizimle paylașan büyüklerimiz, geçmiște yașadıkları bazı olaylara ıșık tutarak bizleri ve gelecek nesilleri aydınlatacak.
Bașından geçen hikayelerini bizimle paylașanlardan bir tanesi de, Belçika’ya 1967 yılında ayak basan ve Anvers Bölgesi sınırları içerisinde yer alan Sint-Amands’ta ikamet eden Konya Bozkırlı Mehmet Arslan. Röportajında, Belçika’ya kaçak yollardan geldiğini anlatan Mehmet Arslan, aynı zamanda Sint-Amands’ın ilk camisine sahip olması bakımından önemli katkılarda bulunmuș.
AVRUPA’YA GELME FİKRİNİ VEREN ARKADAȘ SONRADAN VAZGEÇTİ
Konya’nın Bozkır Sazlı Köyü’nden Ziya oğlu Mehmet Arslan. 1935 doğumluyum. Belçika’ya gelmeden önce meyvecilik yapardım. Bahçelerden meyve alırdık, halde satardık. O yıllarda köyde kimsenin televizyonu ve arabası yoktu ama tam sekiz tane kahvehane yer alırdı. Tam fakirlik yıllarıydı. Kırșehirli bir arkadașım vardı. Bir gün onlardan elma almak için köylerine gitmiștim. Sohbet, muhabbet derken, saat 1’e kadar onlarda kaldım. Orada Recep diye birisi vardı, șimdi rahmetli olmuș. Benim iyi davranıșımdan dolayı, bana “Seninle Avrupa’ya gidelim” dedi. “İyi ama bizi kim görürecek” diye sordum, “Bizim köylü Abdurrahman var, o parayla götürüyor” dedi. Tamam dedik ve daha sonra Abdurrahman isimli șahsı görmeye gittik. Abdurrahman’ı bulduktan sonra, “Nasıl olacak bu iș” diye sorduğumuzda, bize “6 bin Lira’nızı alırım” diye karșılık verdi. “Tamam anlaștık, paranı vereceğim ama beni ișe koyduktan sonra veririm” dedim ve kendisi de “Olur” deyince, o șekilde Avrupa’ya gelmek üzere anlaștık. Ancak Avrupa’ya gelme fikrini bana veren arkadaș sonradan vazgeçti ve gelmedi.
ORMANDAN İTALYA’YA DALDIK
26 Kasım 1966 tarihinde, turist olarak sekiz kișiyle yola çıktık. İstanbul Zeytinburnu’nda trene bindik, Yugoslavya’nın Belgrad șehrinde indik. Orada İtalya’ya varmak üzere otobüse bindik. İtalya gümrüğüne varınca, turist olduğumuz için gümrük memurları bizi otobüsten indirdiler. “Nereye gideceğiz?” diye sorduk, onlar da bize “Geri döneceksiniz” dediler. Biz yaya olarak geri dönüș yolunda yaklașık bir kilometre boyunca yürüdük, sonra ormana girdik ve ormandan İtalya’ya daldık. Kalabalık olmamızdan dolayı, dikkat çekmemek için İtalya’da ana caddeye çıkınca, aramızda ellișer metrelik mesafeler olușturduk ve o șekilde yürümeye devam ettik. Derken yolumuza bir petrol istasyonu çıktı. Oraya vardık ve yakınlarda tren istasyonu olup olmadığını sorduk. Bize yakında bir istasyonun bulunduğunu söylediler ve biz tarif üzerine o istasyona kadar vardık. Bir vardık ki, meğerse orasıda gümrük istasyonuymuș. İstasyonun önünde kocaman demir kapı ve önünde bekleyen bir polis. Biz hiçbir șey yokmuș gibi yaklaștık ve yaklaștığımızı gören polis bize hiçbir șey sormadan kapıyı açtı. İçeri girdikten sonra, müdürün yanına vardık. Kendisine durumumuzu izah ettik. Pasaportlarımızı istedi. Biz de uzattık. Müdür pasaportları inceledi ve bize dönerek “Burada giriș yok” diye șașkın șașkın bakmaya bașladı. Neden damga vurulmadığını izah ettik. Müdür baya merhametliymiș. Bize pasaportlarımızı verdi ve “Hadi gideceğiniz yere gidin” dedi.
BİLETLERİN KARȘILIĞINDA TÜRK PARASI ALDI
Roma’ya gitmek üzere trene vardık. Ama yanımızda İtalyan parası olmadığı için bize bilet satmıyorlar. Pazar günü olduğu için de para bozduramıyoruz. Para bozduralım diye civarda bir tur attık ama kimse bozmak istemiyor. Trene o istasyonda binmedik. Bir sonraki istasyona kadar yürüdük. Oraya varınca trene bindik. Seyahat esnasında biletleri kontrol etmek üzere biletçi geldi. Biletleri sordu, biz de bașka paramız yok diyerek cebimizden Türk parası çıkardık. Biletçi mecbur kaldı ve biletlerin karșılığında Türk parası aldı. En sonunda Roma’ya vardık. Orada karnımızı doyurduktan sonra Fransa’ya varmak üzere tekrar bilet aldık.
İLK ÖNCE HOLLANDA’YA VARDIM
Fransa’ya vardık ki ne görelim. İș olmadığından dolayı Türkler hep sokaklarda, boș boș dolanıyor. Gözümüz korktu. Tekrar trene bindik Belçika sınırına yakın bir șehirde indik. Orada Abdurrahman’ın tanıdığı bir Afrikalı vardı. Adam para karșılığı Türkleri arabasıyla kaçak yollardan geçerek Belçika’ya sokuyormuș. Sekiz kiși olduğumuz için, araba önce dört adamla gitti ve biz dört kiși sıramızı beklemek üzere kaldık. Sonra Abdurrahman’la adam geri geldi ve Abdurrahman bana “Üç ay önce ișe aldırdığım ișçileri ișten çıkarmıșlar, haberin olsun. Yani șu durumda iș yok. Karar senin” dedi. Ben de çare olarak Hollanda’da bulunan abisinin yanında gidip bakmayı ve orada da olmazsa geri memlekete döner eski ișime devam ederim diye düșündüm. Kendisine Hollanda’ya gitmek için teklif ettim, o da kabul etti. Bu șekilde ilk önce Hollanda’ya vardım.
BİR YIL BOYUNCA TURİST OLARAK ÇALIȘTIM
Hollanda’da hem yirmi gün boyunca orucumuzu tuttuk hem de iș aradık ama bulamadık. Türkiye’ye dönmeden önce bir de Belçika’ya gidip bakayım dedim ve Belçika’da ilk önce Beringen’e vardık. Beringen’de ișsiz bir șekilde bir otel odasında üç buçuk ay boyunca kaldım. Derken Sint-Amands’tan bir adam yanımıza geldi ve bizi Sint-Amands’a getirdi. Burada bir yıl boyunca turist olarak çalıștım. Çalıștığım ișyerinin patronu, ișçi olarak bir yıldır çalıștığımı devlete bildirdi ve o kaçak olarak çalıștığım bir yıllık süre için yaklașık 2 bin beș yüz Lira’lık çocuk parasını eșime yolladılar.
ON TANE AKRABAMI GETİRTTİM
1967 yılından bu yana Sint-Amands’ta yașıyorum. Burası gerçekten sakin ve temiz bir yer. Burada gençleri baștan çıkaracak pislik dahi yok. Buraya yerleștikten bir sene sonra eșimle çocuklarımı getirttim. Çocuklarımın üçü de erkek. Buraya geldiklerinde sekiz, yedi ve iki buçuk yașlarındalardı. Șimdi hepsi evlendiler ve șu anda sekiz tane torunum var. Tabi bu zamana kadar yoksulluk içerisinde olan yaklașık on tane akrabamı istekle getirttim.
BURASI HİÇBİR ZAMAN KENDİ VATANIMIZ GİBİ OLMADI
İlk önce merkezi Dendermonde’de bulunan Pierre Merckx diye bir kablo ișine girdim. O iște kazma kürek çalıșırdık. Sonra altı ay boyunca Aalst’ta bulunan bir firmada gaz ișine girdim. Kaldırımların altından geçen gaz borularınında kaçak var mı diye makineyle kontrol eder, kaçak tespit ettiğimizde ise gereken çalıșmaları yapardık. Oradan çıktım ve bir sene boyunca un fabrikasında çalıștım. Sonra oradan da ayrıldım ve yedi sene boyunca bidon fabrikasında çalıștım. Orada eski bidonları yeni hale getirirdik. Ve son olarak iki buçuk sene boyunca yol yapma ișinde çalıștım. İșçiliğimiz bu șekilde sona erdi. 1981 yılında Hacca gittim. Döndükten sonra iș bulamadım ve ondan sonra emekliliğime kadar DOP’ta kaldım. Ama șu bir gerçek ben buraya geldiğimde pek fazla sıkıntı çekmedim. Ama dil konusunda çok sıkıntılar çektim. Yumurta almaya gittiğimizde tavuk gibi az gıdaklamadık. Burada bazı sıkıntıları çekmemiz doğaldı. Çünkü burası hiçbir zaman bizim kendi vatanımız gibi olmadı. Ama biz zaten bu sıkıntıları çekeceğimizi bilerek geldik.
NASİBİMİZ BURADAYMIȘ
Un fabrikasından çıkmıștım. Uzun süre iș aradım, bulamadım. Hal böyle olunca, eșime “Hadi, artık memlekete geri dönelim” dedim. Türkiye’ye dönmeyi kafamıza yerleștirmiștik. Sonradan kendi kendim “İș var mı diye bir de șu bidon fabrikasına bir sorayım” dedim, gittim, hemen ișe alındım. Demek ki nasibimiz buradaymıș ve tekrar buraya bağlanmıș olduk.
BU CİVARDA CAMİMİZ YOKTU
Buraya geldik ama sekiz sene boyunca bu civarda hiçbir tane camimiz yoktu. Evimizde namaz kılıyoruz ama Cuma namazları için Brüksel’e giderdik. Brüksel’de kiralık bir dairede Cuma namazları kılınırdı. Sonra kendi kendimize “Bu böyle olmaz” dedik. Burada bir teșkilat açmak için hem fikir olduk. Bir arkadașın evinde toplandık ve orada bu ișe atılmaya karar verdik. Hatta o dönemlerde burada Milli Görüș henüz yoktu. Derken, teșkilatı kurduk, arkadașın birini bașkan yaptık, ben de yardımcısı oldum. 1977 yılında ilk camimize sahip olduk. Yaklașık beș sene boyunca orada kaldık. Ancak kendi aramızda anlașamadık ve İslam Kültür’e uyduğumuz için bazı arkadașlar Din Müșavirliği’ne gidip bizi șikayet ettiler. Bunu duyan dönemin din müșaviri “Sakın onların arkasında namaz kılmayın, onlara da selam vermeyin” demiș. Peki hiç din adamına yakıșıyor mu bu davranıș? Size bir fasık haber getirirse, araștırmadan karar vermeyin diyor Allah. Araștırın ki gerçek ortaya çıksın. Ama müșavir öyla yapmadı. Aynı caminin içerisinde herkes kendi köșesinde namaz kılar olmuștu. Oysa camide kardeșim, eniștem ve akrabalarım vardı. Biz de baktık, namaz fesata giriyor, ceketimizi alıp bütün çalıșmalarımızı arkada bırakarak çıktık, gittik. Müșavirin bu davranıșı da belki bizim için daha hayırlıydı. Oradan ayrıldıktan sonra bir sene boyunca kiralık bir apartmanı cami olarak kullandık. Baktık kirada zor oluyor, kendi aramızda toplandık ve altı kiși bir bina satın almaya karar verdik. Binayı satın aldık ve cami yaptık. Beni de bașkan seçtiler. Derken Milli Görüș Belçika’ya geldi ve on beș sene boyunca o binayı cami olarak kullandık. Son olarak da altı kiși bir araya geldik dört buçuk milyon Belçika Frankı’na șimdiki yeri satın aldık.
BELÇİKALILAR’DAN YANA HİÇ ȘİKAYETİM YOK
Belçikalılar’la hiç sorunum olmadı. Devamlı iyi geçindik çünkü biz hep iyi davrandık. Onlar da bize karșı hiçbir zaman surat asmadılar. Bize karșı her zaman samimi davrandılar ve hep yakınlık gösterdiler. Komșulukları her zaman iyi oldu. Bizim insanımıza karșı her zaman yakın davrandılar. Eskiden bize çok gelip giderlerdi. O yüzden Belçikalılar’dan yana hiç șikayetim yok. Allah bunlara İslamı nasip etsin.
ELLİ BEȘİNCİ EVLİLİK YILDÖNÜMÜZDE BİZİ TEBRİK ETTİLER
Șimdiki belediye bașkanı, 2010 yılında, elli beșinci evlilik yıldönümümüzde bizi tebrik etmek için evimize sekreterini gönderdi. Sekreteri bir buketle bize geldi ve bana yedi, sekiz tane çerçevelenmiș kilise fotoğrafları hediye etti. Ben de kendisine Flamanca tercümeli Kuran-ı Kerim hediye ettim. Hediyesini alınca çok sevindi ve bana Kuran-ı belediyenin müzesine koyacağını söyledi. Ben de kendisine “Hayır, müzeye koyma. Bunu evine götür ve oku” dedim. Hediye kültürleri bizim gibi olmadığı için șașırarak, bana “Șimdi bu benim mi?” diye sordu.
Haber/Fotoğraf: Cafer Yıldırımer
Selamun aleykum, bu siteye ilk defa giriyorum ve cok hosuma gitti, ozellikle bu hikayeleri okumak mutluluk verici, cunku bu hikayeleri okudugumda aklima rahmetli dedem geliyor..ne zor sartlarda calistiklarini hatirlatiyor, dedem maden isinde calisti filamanlarda turklerden bu sekilde yararlandilar, yinede sagolsun o olmasaydi biz belcikada olamazdik.
Saygilar sevgiler
Cengiz Okumus
Mol