Hocamız bir gün, “En büyük yanılgının yeryüzünde cenneti yaşama arzumuz olduğunu” söylemişti bize. Evet, işte bu tam bir ütopyaydı. Öyle bir yanılgı ki, hayatımızı karartan, bizi çileden çıkaran bir ilüzyon…
Terapiye gelen hastaların tamamının en az bir tane hayal kırıklığı var: “Ona güvenmiştim, çok dürüst biriydi”, “Kızım bana nasıl yalan söyler, o babasına herşeyi söylerdi”, “Herkesten beklerdim, ama ondan beklemezdim”, “İnsanlar çıkarcı, herkes iki yüzlü”, “Patronum beni kandırdı”, “İşçim bana ihanet etti”… gibi bitmek tükenmek bilmeyen hayaller ve yanılgılar.
Hayal kırıklıklarımızın ucu bucağı olmaz. Çünki hayaller gerçek değildir, zaten hayal oldukları için kolayca sarsılır ve kırılır.
Peki neden? Neden insanlar güvenilmez? Neden insanlar yalancı? Neden? Neden?
Cevabı çok açık. Hangimiz değiliz ki..? Hangimiz yalan söylemedik, hangimiz bir gün en sevdiğimize ihanet etmedik? Hangimiz birinin güvenini sarsmadık?
Hayatta hepimizin çok önemsediği değerler vardır. Aslında yeryüzü kuruldu kurulalı, herkes için Evrensel olan değerler: Dürüstlük, Cesaret, Adalet, Merhamet, Doğruluk… gibi. Bu değerlerin her birine “Erdem” diyoruz. Ve erdem, hiç kimsenin sahip olmadığı ve asla olamayacağı kutsal bir vasıftır. Nefes aldığımız sürece, asla ulaşamayacağımız bu değerlere ancak yaklaşmaya çalışırız (veya çalışmayız bile). Erdem sahibi insanlar ancak Peygamberlerdir. Fakat bundan sonra Peygamber gelmeyecek. Etrafımızda ki insanlardan Muhammed’ce (SAV) bir güven, İsa’ca bir haya, Musa’ca bir cesaret, Yusuf’ca bir dürüstlük bekleyemeyiz.
“Güvendiğim dağlara kar yağdı” diyen hastalarıma, “Emin olun, güvendiğiniz dağlardan başkasına kar yağmayacak” diyorum. Başka bir deyişle, “En çok güvendiğiniz insanlardır, size en çok ihanet edecek olanlar”. Çünki güven yoksa beklenti de yoktur. Beklentinin olmadığı yerde hayal kırıklığı olmaz.
Ancak şunu belirtmek gerekir. İnsanlara güvenmemek, onları sevmemeyi gerektirmez. Burada kullanılan güvensizlik, insanlardan her türlü kötülüğü bekleyip, onlara karşı kin beslemek anlamına gelmiyor. Anlatmaya çalıştığımız güvensizlik, alışılmışın dışında bambaşka bir mânâ ile karşımıza çıkıyor.
Biz insanlar ; mükemmel varlıklar değiliz, eksiklerimiz, sınırlarımız var. Ve en önemlisi, bizi doğru veya yanlış yollar seçmeye iten zaaflarımız ve zayıf noktalarımız var.Bu bilinçle belli bir beklenti içine girmemek, hem kendimiz için hem de karşımızda ki için daha sağlıklı bir tutum olacaktır.
Örneğin “geleneksel” anne babaların çocuklarından hep bir beklentileri vardır. “Büyüttüm, besledim, yaşlandığımda bana bakmak zorunda”, “evlenince illaki benimle yaşayacak”… gibi beklentiler. Bir anne-babanın elbetteki evladından umduğu bir takım davranışlar vardır ; ilgi alaka, hürmet onların en büyük hakkı. Bu yanlış bir düşünce değildir. Yanlış olan, bu beklentilerin kesinkes gerçekleşeceği hayaline kapılmaktır… Anne-babaları yıkan tam da bu ütopyadır işte. Oysa meseleye farklı bir pencereden bakmak anne-babayı hayatın acı sürprizlerine karşı metanetli olmayı öğretecektir : « Büyütüp bu yaşa kadar getirdiğim evladımdan beklentilerim var, ama bunlar sadece bir hayal. Günün birinde gerçek olabilir de, olmayabilir de… Evladımın bana hürmet etmesi, bana karşı vefa borcunu ödemesi, sadece onu ilgilendiren bir görevdir. Ancak ben, anne-baba olarak onun görevlerini sorgulayıp, acımasız beklentiler içine giremem. Asasında yavrum dünyaya gözünü açtığı andan itibaren, onunla birlikte geçirdiğim her anımda, verdiğim emeklerin meyvesini topluyordum zaten. Mutluluğu ertelememe gerek yok. Yavrumun bana “anne”-“baba” demesi, bebekken bana gülümsemesi, ağladığında bana sarılması, çaresiz kaldığında benden yardım istemesi, “benim babam senin babanı döver” veya “benim annem dünyanın en iyi annesidir” derken bana yaşattığı o gurur… bunların tamamı benim mükafatımdı zaten… Bu şekilde düşünmek anne-babayı ne kadar çok rahatlatacak, öyle değil mi?
Kendimize karşı dürüst olalım ve bir an için özeleştiri yapalım : bunu söylemek belki de çok ağır ama yeri geldiğinde hepimiz yalancıyız, hepimiz çıkarcıyız, hepimiz korkağız, hepimiz merhametsiziz ve hepimiz zalimiz bazen. Çünki insanız…
Bu nedenle güvendiğim, sevdiğim ve bağlandığım insanın bir gün beklentilerimi karşılamayan, hiç ummadığım anda ummadığım bir davranışı olabiliceği ihtimalini aklımdan çıkarmamakla, hem kendime hem de sevdiğim insana iyilik etmiş olurum. Böyle düşünmek asla karamsarlık değil, bilakis kendi içimizde daha huzurlu ve insanlarla daha barışık olmamız için gerçekçi bir tutumdur.
Yaradan, kuluna hata yapma fırsatı vermiş iken, ben, günahkar kul, bu İlahi ruhsatı ne hakla onun elinden alabilirim…?