İki yıldır Yunanistan ve son aylarda İspanya ve İtalya Avrupa’nın gündeminde önemli bir yer tutuyorlar. Özelde bu ülkelerden genelde Akdeniz ülkelerinden söz ederken nedense kötü gidişatın tek sorumluları olarak lanse ediliyorlar ve suçlanıyorlar. Batı Avrupa’da, Akdeniz ülkelerinden söz edenler bir zamanlar Doğu’dan veya son elli yıldır Orta Şark’tan veya Afrika’dan söz edenlerin kullandıkları önyargılı dili, bu ülkeleri analiz ederlerken kullandıklarına şahit oluyoruz.
Avro’nun başına gelenlerin tek sorumlusu onlarmış gibi suçlanıyorlar, parmakla gösteriliyorlar. Gayrı ciddi yaklaşımları, tembellikleri herkesin dilinde. Ne varki bu eleştiriler artık gerçeği gizlemeye yetmiyor.
Gerçekte bu ülkelerin kurtarılması için sunulan bütün reçeteler, sunanların kendi menfaatlerini korumaya yönelik dayattıkları planlardan başka birşey değildi (özellikle kurtarılan bankalara bakmak yeterli olacaktır). Fransa’nın uzun yıllar Almanya ile birlikte Akdeniz ülkelerine dayattığı “kemer sıkma politikalarını” kendisi söz konusu olunca yumuşatılması gerektiğini Berlin’e kabul ettirmeye çalışması ve Almanya’nın stratejik ortağı Fransa’nın bu beklentisini olgunlukla karşılaması (Hollande-Merkel görüşmesinden çıkan en önemli sonuç) Yunanistan veya İspanya söz konusu olunca neden aynı olgunluğun gösteril(e)mediği sorusunu sormamızı gerektiriyor.
Şiddeti yalnızca fiziki şiddet olarak anlamak yanıltıcı olur. Şiddet fiziki olabileceği gibi siyasi, iktisadi ve cinsel de olabilir. Piyasaların şiddeti karşısında devletlerin piyaslarla uzlaşma yoluna giderek bu şiddeti kendi eliyle uygulaması dramın trajediye dönüşmesini tetikliyor. Küreselleşme sözcüğüyle birlikte son yıllarda birlikte anılan diğer kelime neoliberalizm. Neoliberalizm, 1980 sonrasında, başta Amerika’da R. Reagan ve İngiltere’de M. Thatcher döneminde başlatılan bir hare(a)katın adı. O güne kadar Keyns ve Beveridge ekolü iktisatta referans kabul ediliyorlardı. Kamu harcamaları sayesinde sıfır işsizlik objektifine yaklaşılmaya çalışıldı. Bununla birlikte “sosyal devlet”le de her birey eşit hizmetlerden faydalanırken, devlet şefkatli yüzünü gösteriyordu. Keyns ve Beveridge ekolü neoliberalizle birlikte yerini von Hayek ve Friedman’a bırakacaktı. Bu dönüşüm aynı zamanda var olan kazanımları tekrar gündeme taşıdı. Ve halı yavaş yavaş ayakların altından çekildi. Şuan yaşananlar bu sürecin hızlandırıldığını gösteriyor. Kriz bir yerde piyasa şiddetini devletin şiddetli yüzüyle birleştirdi. Yapılmak istenen çok basit sosyal devleti “devletin sırtında kambur” olmaktan çıkarmak.
Özelde Yunanistan , genelde Akdeniz ülkleri bu konuda şuan laboratuvar görevi görüyorlar. İnsani facianın karşısında herkesin sayılardan, borsadan ve ekonomik gidişattan söz etmesi insna unsurunu gölgede bırakıyor.
İtalya’dan bir örnekle yazıyı noktalayalım. Napoli ve çevresinde çalıştırılan çocukların durumu ayrı bir faciya. Belediye’nin yayımladığı bir rapora göre, Napoli ve çevresinde 2005-2009 tarihleri arasında eğitim ve öğrenim sistemini terk eden çocuk sayısı 54 bin civarında. Bunların içinde 13 yaşın altında olanların oranı yüzde 38. Bu sayı özellikle 2008’den bu yana uygulanan kemer sıkma politikaları çerçevesinde 130 bin aileye bölgesel bazda sağlanan maddi desteğin kesilmesiyle arttı.
Napoli’nin San Lorenzo mahallesinde yaşayan Paola ve Gennaro’nun dramı genel anlamda dar gelirlilerin ve gençlerin/çocukların yaşadıklarını anlatıyor. Gennaro bir manavda haftanın altı günü, günde on saat, saatliği bir avro karşılığında çalışıyor (haftalığı 50 avro). Annesi Paola eşinin ölümünden sonra temizlik işlerine gitmeye başladı. Saatte 0,45 cent kazanıyor. Haftalığı 35 avro. Oğlu ile birlikte 35 metre karelik bir dairede oturuyor. Altı yaşında bir de kızı olan Paola, çocuklarını okula gönderme konusunda, oğlu ve kızı arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığını ve kızını okula göndermeye karar verdiğini söylüyor (Le Monde).
İtalya’nın en fakir bölgesi kabul edilen Campania bölgesi aynı zamanda mafyanın da önemli merkezleri arasında yer alıyor. Mafya bu bölgede zor şartlar altında çalışmak durumunda olan gençleri kendine çekerek Afrika veya Asya’da görülen çocuk-askerler gibi “çocuk-katil” diyebileceğimiz bir profili oluşturmakta. Esrarın penşesinde gençler ailelerine yardımcı olmaya çalışıyorlar. Kimi gündüz bir iş yerinde 10-12 saat çalıştıktan sonra akşam hırsızlık, esrar satıcılığı veya hesaplaşmalara katılarak bir ek kazanç elde etmeye, kimi tamamen mafyaya bağlı para kazanmaya çalışıyor.
Eğer Gennaro (ve diğer gençlere) ve Paola’ya dayatılan yaşam kriz sebebiyle sık sık dillendirilen “alternatifi olmayan” modern bakışın (piyasa şiddetinin) insana layık gördüğü yaşamsa bunun yanında mı durmalı, yoksa karşısında mı?
Sinan Özdemir
Güzel bir yazi Sinan abi, tebrikler. Merkozy’den sonra Merland.. Sagli sollu vuruyolar..