Her ülkenin kendine özgü bir eğitim sistemi vardır. Eğitilen aynı insandır ama yöntemler farklı farklıdır. Dahası bu yol ve yöntemler, o ülkenin dini, tarihi, kültürü ve doğası ile yakından ilgili olduğundan dolayı, tarihi doğal seyri içinde, o ülke insanının ve onların çocuklarının yapısına uygun olarak şekillenmiştir. Haliyle milletlerin ve devletlerin eğitim sistemleri ve modelleri çoğunlukla köklüdür ve esneklik payları çok azdır. Öyle her aklınız estiğinde (Türkiye’de olduğu gibi) reform yapamaz ve değiştiremezsiniz ki, konumuz en azından şimdilik bu değil.
Belçika eğitim sisteminde, herkesin bildigi üzere; çocuklarımız için 2,5 yaşından itibaren anaokul, 6 yaşından itibaren ilkokul dönemi başlar. 6 yaşından 18 yaşına kadar onlar, artık zorunlu eğitim sisteminin bir parçası haline gelirler. 15-16 yaşından itibaren ise yarı zamanlı eğitimden yana tercih hakkını kullanabilirler ki; bu durumda yarı işçi, yarı öğrenci statüsüne geçmiş olurlar. Yüksekokul veya üniversite yıllarını da(her ne kadar başarı oranımız düşük olsada!) işin içine katarsak, bu bir öğrenci için yaklaşık 18-20 yıl demektir.
Bu süre, bir ögrencinin eğitimini tamamlayıp,bir diploma ile hayata atılabilmesi için gerekli zamandır. Bu maratonu herkes tamamlayabiliyor mu dersiniz? Elbette ki hayır. Bugün Belçika’nın eğitim alanında karşısında duran en büyük problemlerden biriside budur. Son yapılan araştırmada, bırakın yüksekokul-üniversite diplomasını,lise eğitimini bile tamamlayamadan okuldan ayrılanların sayısı 2008’den bu yana ikiye katlamış durumdadır. 2008-2009 okul yılı için açık öğretime kayıt yaptıranların sayısı 2609 iken bu rakam bugün 5501 ulaşmış,yaş ortalaması ise 32’den 21’e düşmüştür. Bu durumun Belçikada ki adı ‘okul yorgunluğu’, bu durumda olan öğrencilere verilen isim ise ‘okul yorgunları’dır (Bizim memlekette ‘okul kaçkınları!’ dedikleri kitle yani).
Belçikalı yetkililere göre, tabii ki ve maalesef her zaman olduğu gibi; listenin başında yine yabancı kökenli öğrenciler, bunların arasındada Türk ve Faslı öğrenciler başı çekiyor. Sebeplerini oturup saatlerce tartışabiliriz ama bunu bizim yerimize! yetkililer fazlasıyla yapıyorlar ve tabii ki bizden kimse işin içinde değil. Hal böyle olunca, ne analizler tam manasıyla rasyonel, nede çözüm önerileri gerçekçi geliyor insana. Bana göre bu problemin en temel noktası yazının başında dile getirdiğim mesele. Her ülkenin eğitim sistemi o ülke yerel insanının yapısına ve karakterine göre zaman içinde kalıplaşıyor ve kalıplaşmış durumda. Bizden ve çocuklarımızdan beklenen bu kalıba girmemiz. Maalesef bu kalıpta bizim çocuklarımıza (ama dar, ama bol) asla uymuyor.
Yaşadığımız ülkenin, toplum bazında bir unsuru ve parçası haline gelmiş olan bireyler olarak; bizim çocuklarımızın bu maratonda erken havlu atmalarının nedenlerini çok iyi analiz etmemizin zamanı gelmedi mi? Toplum olarak topyekün bir anlayış değişikliğine gitmemizin zamanı gelmedimi? Bir taraktör almak, tarla, bağ-bahçe sahibi olmak hayal edilmişti. Hayaller gerçeğe döndü ve kat be kat fazlasına sahip olduk. Maddi anlamda hem doyduk, hem de yüzlerce insanın doymasına vesile olduk. Ama artık yeni hayaller,yeni hedefler zamanı çoktan geldi de geçiyor. İmkanlarımızı doğru yerde sefer etmek ve doğru atış yapmak zorundayız.
Çocuklarımızın fıtratına ve yapısına uygun bir eğitim verebileceğimiz eğitim kurumlarının sayısını çoğaltmalıyız. Bu okullar içinde bizim çocuklarımızın başarılı olabileceği eğitim model ve metodlarını geliştirmeli ve uygulamalıyız. Çocuklarımızın mevcut eğitim sisteminin çarkları arasında kaybolup gitmelerine fırsat vermemeli ve onları maddi-manevi destek olmak zorundayız. ve artık Aile bütçesinde aslan payı,çocuklarımızın eğitimine ayrılmalıdır.
Yoksa onlar okul, biz hayat yorgunu olarak kalır gideriz bu topraklarda…