UYUM KiMiN UMRUNDA?

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

sevimunalYabancı kökenli sanatçılara yaşama hakkı yok!

Avrupada 50 yıllık bir mazimiz var . Dile kolay tam elli yıl. Üç kuşak.
Endüstrisi hızla gelişen ve savaş sonrasında toparlanan Avrupa, hızla toparlanıp, parlak bir  ekonomiye bürünmeyi de başarmıştı. Fakat daha fazla içşçi gücüne ihtiyaç duymuştu. İşçi teminini yapmayı tercih ettiği ülkeler arasında Türkiyede vardı. Bir çok insan akın akın Türkiyen’in kırsal kesimlerinden ki, bu insanlarımız genelde çiftçilerdi, Avrupaga geldiler. Almanya’ya 30 Ekim 1961 günü ilk işçiler ayak bastıklarında veya Belçikaya 1964’de ilk geldiklerinde çalışıp bir an önce geri dönmekten başka ne düşünmüşlerdi?

Avupalılar da aynı bekleyiş içerisinde olduklarından bu insanları çalışan birer makina gibi görmekten başka bir şey düşünmemişlerdi. Fakat birinci nesil geri dönmemişti. Avrupalı bakışını değiştirmemişti. İkinci nesil doğmuş ve birinci nesil gelecek kaygısıyla  memlekete geri dönmekten sakınmıştı. Çocukları düşünmeliydi. Avrupalı birinci nesle bakışını ikinci nesil üzerinden sürdürdü. Makinalar doğurmuş, çoğalmışlardı. Oysa ikinci nesil konusunda yanılıyorlardı. İkinci nesil eğitim görmek için çırpınıyor hepsi olmasa dahi, ufak bir azınlık Avrupalının kendisine özgü diye adlandırdıkları meseklerere ulaşmayı başarıyorlardı. Avrupalı bunu bilinçli olarak görmemeye, son derece başarılı olan bu gençlere yüz vermemeye devam eder. Bu bağlamda politikaları, yabancı çocukları meslek (zanaatçılığına) itmek olmuştur. Bu politika, pis bir örümcek ağı gibi okullarda yabancı çocuklara bulaşarak önlerini kesmekteydi ve hala devam etmektedir.

Zanaatçı olmak tabiki kötü bir şey değildir. Fakat tercihini avukatlıktan, doktorluktan,mühendislikten vs…. yapmış olan ki, buna kapasitesi olan çocuklara bin dereden su getirterek meslek okullarına yöneltmeye çalışıyorlar. Bu gün yabancı kökenli  politikacıların varlığı, yılmadan, vaz geçmeden bu sisteme, bu pis politikaya ‘hayır’ demiş olan ikinci neslin başarısından dolayıdır. Seçkin mesleklere ulaşarak, çok iyi yerlere gelmeyi başarmışlardır. Bunların azınlık olduğunu düşünebiliriz, fakat göle attığınız bir taş dalgalar yaratarak kıyılara taşırır suyu. Yukarda değindiğim gibi, Belçika veya Avrupa yabancı kökenli işçileri hep birer makina gibi gördü. Bugün Belçika’nın ulusal veya özel kanallarında yabancı kökenli başarılı kişilere dair tek bir program yapılmamaktadır. Bu ülkenin televizyonlarında ancak terörist,potansiyel suçlu veya olumsuz bir örnekle görülebilirsiniz. Uyumdan bahseden politikalar ise uyumsuzluğun devam etmesi adına ne varsa yapıyorlar. Öylesine bir psikoloji yerleştirilmiş ki yabancı kökenli insanların kafasına. Uyum konusu açıldığında ilk suçladıkları kendileri oluyor. Ülke politikalarında çok başarılı ki, tek bir Belçikalı ‘ bu konuda bizde suçluyuz, çünkü kaynaşma adına hiç bir emek sarf etmiyoruz’ demiyor. Belçikada  22 yıldır yabancı kökenli bir sanatçı olarak yaşayan ben dahi uygulanan çifte sıtandart politikalardan ve yıpratıcı sisteminden yoruldum. Tüm bunların dördüncü neslin varlığına dek  değişmesi ümidiyle diyorum.

Sanırım bu yazımdan sonra sanatçı sıfatıyla değil ama ‘ kışkırtıcı yabancı’ sıfatıyla beni Belçika TV’lerinde görebilirsiniz.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 16 Nisan 2013, 21:36

    Yaziniz kisa bir özet olsa da görüsleriniz isabetli. Tabii ki uyum iki tarafli bir süreç ve uygulamalar genelde basarisiz. Basarili olanlar ise istisnalar. Sanayilesmis, kalkinmis, sosyal adaleti saglamis, faal nüfus açigini göçmen isçilerle kapatma yoluna gitmis Bati Avrupa ne yazik ki postkolonyal bir yapi ve irkçilik (üstunlük duygusu) Batililarin büyük çogunlulugunun genlerinde var. Yani genetik bir hastalik. Halbuki uyum saglikli iki partner arasinda beklentiler örtüstügünde mümkün. Cesaretinizi kutlarim.

    Cevapla
Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.