70’li ve 80’li yıllarda Yugoslavya üzerinden Türkiye’ye gidişin zorlukları

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

1970’li ve 80’li yıllarda Avrupa’da yaşayan Türk işçileri için yaz tatili, yalnızca bir dinlenme dönemi değil, aynı zamanda memleket hasretinin dindirilmesi anlamına geliyordu. Ancak bu hasreti gidermek kolay değildi. Uçak biletleri hem az bulunurdu hem de oldukça pahalıydı. Bu nedenle birçok aile, kilometrelerce yolu araba ya da otobüsle katederek Türkiye’ye gitmeyi tercih ederdi. O dönemin en çok bilinen rotası ise Belçika – Almanya – Avusturya – Yugoslavya – Bulgaristan – Türkiye güzergâhıydı. Bu rota üzerinde ise en zorlu ve tedirgin edici geçiş noktası Yugoslavya idi.

Komünist Yugoslavya: Bilinmezliğin Ortasındaki Kırmızı Duvar

Yugoslavya, o dönemde Batı Avrupa ile Sovyetler Birliği arasındaki “bağımsız” komünist çizgide duran bir ülkeydi. Tito liderliğindeki bu rejim, Sovyetler’den tamamen kopuk olmasa da kendi içinde kapalı, askeri kontrolün yoğun olduğu, vatandaşlarına ve yabancılara karşı temkinli yaklaşan bir yönetimle idare ediliyordu.

Yugoslavya’dan geçmek, Batı demokrasilerinde yaşayan Türk gurbetçiler için bambaşka bir dünya ile karşılaşmak demekti. Gümrük kapılarında görev yapan askerî üniformalı yetkililer, araçlarda yapılan detaylı aramalar, sert ve zaman zaman anlayışsız davranışlar, çocukların ağladığı, yetişkinlerin gerildiği anlara sahne olurdu. “Yoldaş” kültürünün hâkim olduğu bu sistem, özellikle Batı plakalı araçları kuşkuyla karşılar, içlerinde döviz, malzeme ya da kaçak eşya taşıyıp taşımadıklarını kontrol ederdi.

Yugoslavya’da Karayolu Çilesi

Yugoslavya’da yollar genellikle virajlı, dar ve altyapı bakımından yetersizdi. Dağlık bölgelerden geçen bu güzergâhlarda yolculuk saatler, hatta günler sürebilirdi. Özellikle geceleri ışıklandırma az olduğu için sürüş çok daha tehlikeli hale gelirdi. Kaza riskinin yüksek olduğu bu yollar, bir yandan da polis kontrol noktaları ve askeri devriyelerle doluydu.

Yol boyunca çoğu zaman ne Türkçe ne İngilizce bilen görevlilerle karşılaşılır, anlaşma sıkıntısı büyük sorun yaratırdı. Araçtaki en küçük belge eksikliği bile, saatler süren beklemelere ve cezalara neden olabilirdi. Para cezası ödemek çoğu zaman tek çıkış yolu olurdu. Bazı durumlarda görevliler, “çorba parası” adı altında rüşvet bile talep ederlerdi. Bu durum, Avrupa’da hukuka alışkın Türk işçilerini hem şaşırtır hem de korkuturdu.

Zihinsel Yük ve Psikolojik Etki

Yugoslavya’dan geçiş yalnızca fiziksel değil, psikolojik olarak da yıpratıcıydı. Aileler bu ülkeye giriş yapmadan önce arabalarını “düzenler”, görünür şekilde fazla eşya taşımamaya özen gösterir, çocuklarını susturmaya çalışır, pasaport ve evrakları tekrar tekrar kontrol ederdi. Bir nevi komünist bir sınavdan geçmek gibiydi bu yolculuk. İnsanlar, “acaba bu sefer ne olacak” kaygısıyla arabaya binerdi.

Birçok kişi için en büyük korkulardan biri de arabanın arızalanmasıydı. Çünkü Yugoslavya’da çekici, oto tamir ya da yardım hattı gibi Batı’daki sistemler yoktu. Bir arıza, günlerce beklemeye ve çok ciddi mali kayıplara yol açabilirdi.

Kolektif Hafızada Kalan Bir Rota

Tüm bu zorluklara rağmen, Türkiye’ye ulaşmak her şeyi unuttururdu. Aileler akrabalarla buluşur, çocuklar dedelerinin elini öper, valizlerden çıkan Avrupa malları paylaşılırdı. Ancak dönüş zamanı yaklaştığında, herkesin zihninde yine aynı soru yankılanırdı: “Yugoslavya’da bu kez neyle karşılaşacağız?”

Bugün Yugoslavya haritada yok. Onun yerine Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek gibi ülkeler var. Ama o dönemin “kırmızı korkusu”, hala birçok gurbetçinin belleğinde tazeliğini koruyor.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir